Dolmabahçe Sarayı
Tarihi Karaköy Semtinden, Beşiktaş İlçesi’ne doğru sahil yolunu takiben gittiğinizde, sol kolunuzdaki Beşiktaş Jimnastik Kulübüne ait “İnönü Stadyumu” isimli yapının çapraz karşısında kalan ve denize nazır konumlandırılmış devasa yapı “Dolmabahçe Sarayı” isimli tarihi binadır.
Marmara Denizi ile İstanbul Boğazı’nın buluştuğu noktaya sahildar olan “Dolmabahçe Sarayı”, otuz birinci Osmanlı Padişahı Sultan Abdülmecit döneminde, on sekizinci asrın ikinci çeyreğinde inşa edilmeye başlanmıştır.
Dolmabahçe Sarayı ana hatları ile üç bölümden teşkil edilmiştir. Bu bölümlerden ilki, “Mabeyn-i Hümayun” olarak adlandırılan “selamlık” bölümüdür. Sarayın bu kısmında padişahlar tarafından devlet yöneticileri ve yabancı devlet adamları ile elçiler kabul edilirdi.
Dolmabahçe Sarayı’nın ikinci kısmı ise “Muayede Salonu” adı ile isimlendirilen “Tören Salonu” kısmıdır. Bu bölümde “Devleti-i Aliye” ile alakalı tüm resmi merasimler icra edildiği gibi, yabancı ülkelerin resmi davetlileri şerefine yemekler de tertip edilirdi.
Dolmabahçe Sarayı’nın üçüncü ve son bölümü ise “Harem-i Hümayun” yani “Harem Dairesi” olarak bilinen kısmıdır. Padişahın ailesine ve özel yaşamına ayırdığı tüm zaman Harem-i Hümayun’da geçmektedir.
Dolmabahçe Sarayı’nın “ana yapısı” olarak nitelendirilecek bölümü bodrum katı ile birlikte toplam üç kattan meydana gelmiştir. Eğer harem dairelerinin bulunduğu kısımda düşünülürse, “musandıra“ olarak tabir edilen tavan arası katı ile beraber dört kattan oluştuğu söylenebilir. Osmanlı Devleti’nin çöküş döneminde inşa edilmiş olan “Dolmabahçe Sarayı”, genel itibarı ile batı mimarisinin etkisi altında kalınarak yapılmıştır. Fakat iç dizayn açısından da klasik “Türk Evi” palının devasa biçimde uygulanmış halini andırmaktadır. İskelet olarak nitelendirilen dış kısmı yığma taşlardan yapılırken, odaları, salonları ve diğer kısımları birbirinden ayıran iç kısımlardaki duvarlar tuğla kullanılarak inşa edilmiştir. Yer döşemeleri ise ahşap sanatının nadide örneklerindendir. Kırk beş bin metrekarelik kapalı alana inşa edilmiş olan “Dolmabahçe Sarayı”, iki yüz seksen beş oda, kırk dört salon ve altı hamamdan oluşmuştur. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde ise “Dolmabahçe Sarayı” elektrik ve kalorifer tesisatına kavuşmuştur.
Devlet işlerinin tamamının yürütüldüğü “Mabeyn-i Hümayun” bölümü tüm ihtişamı ile Dolmabahçe Sarayı’nın en görkemli bölümünü oluşturmaktadır. Hükümdarın ziyaretçilerini huzuruna kabul ettiği “kırmızı oda”, protokolün üst katlara çıkmasını sağlayan kristal merdiven, yabancı ülkelerden gelen elçilerin ağırlandığı “Süfera Salonu”, Sarayın hemen girişinde “Medhal Salon” isimli kısım, hiçbir ayrıntıdan ve lüksten kaçınılmadan dekore edilmiştir.
Dolmabahçe Sarayı’nın üst kısmında bulunan “Zülvecheyn Salonu” ise hükümdarın Mabeyn-i Hümayun’da kendine ayırmış olduğu odaya geçiş yapmasını sağlayan bir geçit konumundadır. Padişahın gündelik yaşamında kullandığı bu bölümde, Mısır’dan getirtilmiş ihtişamlı hamam, çalışma, dinlenme ve yemek odaları bulunmaktadır. Ayrıca Sultan Abdülmecit’e ait kütüphanede işçiliği, kullanılan malzemeleri ve içerisindeki kitapları bakımından ziyaret edilmesi gereken özelliktedir.
“Harem-i Hümayun” ve “Mabeyn-i Hümayun” bölümlerini birbirinden ayıran Muayede Salonu ise, Dolmabahçe Sarayı’nda ihtişamın doruklara ulaştığı kısımdır. İki dönüm üzerine kurulu olan salonda; elli altı sütun, otuz altı metrelik bir kubbe ve kubbede asılı dört buçuk tonluk İngiliz imalatı bir avize bulunmaktadır.
“Dolmabahçe Sarayı”, Her ne kadar batı etki etkisi altında inşa edilmiş bir saray olsa da “Harem Dairesi” bölümü, tarih boyu yapılmış olan Osmanlı Saraylarındaki gibi mahremiyete uygun olarak tasarlanmıştır. Lakin yine de klasik Osmanlı saray mimarisinin aksine, sarayın dışında inşa edilmemiştir.
Dolmabahçe Sarayı, On dokuzuncu yüzyılın başlarından, hilafetin kaldırıldığı 1924 senesine kadar altı Osmanlı hükümdarının hizmetinde kullanılmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra 1927 senesinden, 1949 senesine kadar Cumhurbaşkanlığı makamı sıfatı ile hizmet vermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı olan büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, takvimler 1938 senesinin 10 Kasım’ını gösterene dek çalışmalarını Dolmabahçe Sarayı’nda sürdürmüştür. 1984 senesinde alınan kararla halkın ziyaretine açılan Dolmabahçe Sarayı’nda Mustafa Kemal Atatürk’e ait onlarca hatıra bulunmaktadır.
Pazartesi ve Perşembe günleri haricinde her gün sabah 08.30, akşam 16.00 saatleri arasında açık olan Dolmabahçe Sarayı’nın bilet fiyatları ziyaret edilecek bölüme göre değişiklik göstermektedir. Dileyen ziyaretçiler “ortak bilet” alarak tüm bölümleri ziyaret edebilir.
Topkapı Sarayı
Beylerbeyi Sarayı
Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlayan, tarihi ve doğal güzellikler abidesi İstanbul Şehri’nin “Boğaziçi Köprüsü” Asya ayağı dibinde bulunan denize nazır sarayı “Beylerbeyi Sarayı” olarak isimlendirilir.
İsmini on altıncı asırda bu bölgede yaşayan “Beylerbeyi Mehmet Paşa” tarafından konduğu zannedilen “Beylerbeyi Semti”, on sekizinci yüzyılda hemen hemen tüm Osmanlı topraklarını dolaşmış olan ünlü gezgin İnciciyan’a göre Bizans döneminden bu yana yerleşim birimi olarak kullanılmaktadır. “İnciciyan” bir söyleminde, Bizans imparatoru Büyük Kontstantinus tarafından dikilen bir haç nedeni ile bu dönemde “İstavroz Bahçeleri” olarak isimlendirildiği yer almaktadır. Bu söylem ne kadar doğrudur bilinmez ama İstanbul’un Fatihi, Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren tüm padişahlar bu semti “Has Bahçe” olarak kullanmıştır.
Osmanlı Padişahları tarafından bu denli önemli olan semtte, birçok köşk, yalı, saray ve kasır inşa edilip yazlık olarak kullanılmıştır. On dokuzuncu yüzyılın başlarında Sultan İkinci Mahmut’un yapılmasını emrettiği bir sahil sarayı, tamamı ahşap malzemeden inşa edilmiştir.
Sultan İkinci Mahmut’un ardından tahta çıkan Sultan Abdülaziz, bu ahşap sarayı yıktırıp yerine, Serkis Balyan isimli mimara yeni bir saray inşa ettirmiştir. Genelde yazlık olarak ve yabancı devlet adamlarını ağırlamak için kullanılan bu sarayda, Sultan İkinci Abdülhamit ömrünün son altı yılını geçirmiştir.
Saray inşa edilirken doğu ve batı mimari çizgilerinin evliliği sonucu ortaya çıkmış olan yöntemler kullanılmıştır. Selamlık ve Harem olmak üzere iki bölümden inşa edilmiş olan sarayın “selamlık” bölümü süsleme ve mimari açıdan daha görkemlidir. En alt katında kiler ve mutfak bulunan saray, toplamda üç kat üzerine kuruludur. Sarayın tamamı ise yirmi altı oda ve altı salondan oluşmaktadır. İç dekorasyonunda izolasyon için Mısır’dan getirilen hasırlar, tüm döşemelerin üzerine kaplanmıştır. Hereke imalatı kilim ve halılar, “Bohemya” fabrikasında imal edilmiş kristal avizeler, daha birçok medeniyetin sanatçıları tarafından yapılmış vazo ve saatleri eşi benzeri bulunmaz sanat eseri niteliğindedir.
İstanbul Boğazı’nın eşsiz bir manzarasına hakim kıyısına yapılmış olan “Beylerbeyi Sarayı”, On yedinci yüzyıldan sonra yapılan diğer Osmanlı Saraylarındaki gelenekten farklı olarak yamaçlara doğru set biçiminde yükselen bahçelerle çevrelenmiştir. Bu set bahçelerinin içinde ise köşkler ve büyük bir havuz bulunmaktadır. Bahsettiğimiz set bahçelerinin en üstünde ise “Sarı Köşk”, Ahır Köşk” ve “Mermer Köşk” yer alır.
Beylerbeyi Sarayı’nı en ilginç kılan durum ise, setlerinin altında, üzerinde Sultan İkinci Mahmut’un adının geçtiği bir çeşme de bulunan tünellerin olmasıdır. Tünelin bir ucu Beylerbeyi Sarayı’nın set bahçesi içinde iken, diğer ucu sarayın dışına açılmaktadır.
Günümüze kadar gelmeyi başarmış Osmanlı saraylarından biri olan “Beylerbeyi Sarayı”, bahçesinde ve tünelinde oluşturulan kafeterya, hediyelik eşya dükkanları gibi işletmelerle ziyaretçisine hizmet vermektedir. Birçok ulusal ve milletlerarası resepsiyona da ev sahipliği yapan “Beylerbeyi Sarayı”, Pazartesi ve Perşembe günleri haricindeki her gün ziyaretçisine kapılarını açar durumdadır
Tekfur Sarayı
Yedi tepesi ayrı güzel İstanbul Şehrinin, Fatih İlçesi sınırları içerisinde kalan Edirnekapı Semti’nde; kara surlarına bitişik olarak inşa edilmiş, konum olarak Edirnekapı ve Eğrikapı arasında kalan kalın duvarlı saray “Tekfur Sarayı” olarak isimlendirilir.
Tekfur Sarayı’nın ne zaman ve kimler tarafından inşa edildiği konusunda net bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı tarihi kaynaklarda, İsa’nın doğumundan sonra onunu asırda Bizans İmparatoru Porfirogenetos emri ile yaptırıldığı ve arka kısmında bulunan büyük sarayın ek binası olduğu savunulmaktadır. Bu bilgiyi reddeden diğer tarihi kaynakların görüşü ise milattan sonra on üçüncü ve on dördüncü asırlarda “Blakhernai Sarayı” olarak bilinen sarayda yaşayan hizmetkarların ikamet etmesi için yapıldığı yönündedir.
İstanbul’un Fatihi, Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethedilmesinden sonra “Tekfur Sarayı”, on yedinci yüzyılın sonlarına kadar metruk şekilde kalmıştır. On yedinci asrın sonlarında ise Tekfur Sarayı’na hayvanat bahçesi kurulmuştur. İstanbul şehrine gezgin olarak gelen John Sanderson’un rivayetine göre ise kendinden kırk yıl evvel gelen “Busbecq”, buradaki hayvanat bahçesinde bulunan zürafayı görmek istemiş fakat zürafa birkaç gün önce öldüğünden dolayı dünyada hiçbir ülkede göremediği bu canlıyı görmek ve merakını gidermek için zürafanın mezarını kazdırmak sureti ile merakını nihayetlendirmiştir.
On sekizinci yüzyıl başlarında seramik atölyesi olarak kullanılan “Tekfur Sarayı”, on dokuzuncu yüzyıl ortalarından itibaren cam ve cam ürünleri imalathanesine dönüştürülmüştür. Dünyaca ünlü “kaşıkçı elması” ise “Tekfur Sarayı” çöplüğünde bulunmuştur.
Günümüzde ise yeni tarihi olaylara şahitlik etmek amacı ile Tekfur Sarayı’ndaki arkeolojik kazılar sürmeye devam etmektedir.
Çırağan Sarayı
Dört bir yanı ayrı güzel İstanbul’un Beşiktaş İlçesi’nden Ortaköy semtine doğru sahil boyu yürüdüğünüzde, sağ tarafınızda dev duvarların arkasında tarihi bir yapıya rastlarsınız. “Yıldız Korusu” olarak isimlendirilmiş alanın tam karşısında kalan bu bina, tahmin edeceğiniz üzere “Çırağan Sarayı” isimli yapıdır.
Tarihi kaynaklardan on sekizinci asırda Üçüncü Ahmet tarafından inşa edildiği öğrenilen “Çırağan Sarayı”, on yedinci yüzyılda “Kazancıoğlu Bahçeleri” ismi ile adlandırılan araziye yapılmıştır. Tarihte “Lale Devri” olarak bilinen Osmanlı Dönemi’ne ait mistik çizgiler taşıyan Çırağan Sarayı’nın, dönemin veziri azamı “Damat İbrahim Paşa” isimli tarihi kişiliğin eşi “Fatma Sultan” (aynı zamanda padişah Üçüncü Ahmet’in kızı) adına yapımına başlanmıştır. İsmini Farsça “ışık” (Çırağan) kelimesinden alan sarayda, adına yakışan şekilde “meşale şenlikleri” düzenlenmişitir.
Sultan İkinci Mahmut’un tahta geçmesinin ardından takvimler 1834 yılını işaret ettiğinde mevcut yapı yıkılır ve çevresindeki okul ve camii, “Mevlevihane” olarak tabir edilen yerdeki yalıya taşınır. Yeniden inşa edilmeye başlayan saray, her ne kadar ahşap gibi gözükse de temelinde yığma taş kullanılmıştır.
Ardından Sultan Abdülmecit’in tahta geçmesi ile İkinci Mahmut tarafından yaptırılan saray yıkılmıştır. Zira Abdülmecit Han, batı mimarisi ışığında yapılacak olan bir yapının başlatılması emrini vermiştir. Lakin çökme döneminde olan Osmanlı Devleti’nin yaşadığı maddi sorunlar nedeni ile saray inşaatı yarım kalmıştır.
Sultan Abdülmecit’in vefatı münasebeti ile tahta geçen Sultan Abdülaziz, yarım kalan sarayın inşaatını 1871 senesinde tamamlatmıştır. Fakat “Çırağan Sarayı”, batı mimari tarzı yerine doğu mimarisi çizgileri ile inşa edilmiştir. Çırağan Sarayı’nın inşasını Sarkis Balyan ve Kirkor Narsisyan isimli müteahhitler üstlenmiştir. Artık tamamen taştan yapılmış olan “Çırağan Sarayı”, bin altın ödenerek Vortik Kemhacıyan isimli gayrimüslim bir sanatçıya yaptırılan kapısıyla da ihtişamına ihtişam katmıştır. Dönemin padişahlarından Sultan Abdülhamit Çırağan Sarayı’nın kapılarından bir tanesini, Alman İmparatoru “Kayzer İkinci Wilhelm” isimli kişiye hediye etmiştir. Çırağan Sarayı’nın Osmanlı Devleti’ne toplam mal oluşu ise iki buçuk milyon Osmanlı Altınına tekabül etmektedir.
Damat Ferit Paşa’nın ölümünden sonra gelen Padişahların ikamet ettiği yer olarak kullanılan “Çırağan Sarayı”, halk arasında çıkan “Mevlevihane yıkılıp ta saray yapılır mı? Bu uğursuzluk getirir” şeklindeki homurdanmalar nedeni ile Sultan Abdülaziz tarafından terk edilmiştir.
Takvimler 1909 senesini işaret ederken “Meclis-i Mebusan Binası” (Mebus Meclisi Binası) olarak kullanılan “Çırağan Sarayı”, 1910 senesinde “Meclis-i Mebusan Salonu” olarak tabir edilen kısmın üst bölümünde ve çatı katında çıkan yangından dolayı beş saat gibi kısa bir sürede yanarak kül olmuştur. Saray hazinesine ait birçok eserde bu yangınla birlikte sonsuzluğa gömülmüştür.
İstanbul’un Birinci Dünya Savaşı ile işgal edilmesi ardından, Fransızlara ait olan bir istihkam birliği, harabeye dönen Çırağan Sarayı’nı “Bizo Kışlası” adı altında kullanmaya başlamıştır.
Tarih 1930 senesini gösterirken, Çırağan Sarayı bahçesinde bulunan tarihi ağaçlar kesilmiş ve “Şeref Stadı” ismi verilerek futbol sahası olarak kullanılmıştır.
1946 yılında ise bir istihkam subayının altın aramak için yaptığı kazılar nedeni ile Mevlevi dervişlerine ait mezarlar tahrip olmuştur. Bu sebeple aynı sene içerisinde çıkartılan kanunla askeriyeye ait olan “Çırağan Sarayı” yerel yönetime devredilmiştir.
1987 senesinde, Türk – Japon ortak çalışması ile bu kez otel olarak inşa edilen “Çırağan Sarayı”, 1990 yılında müşterilerine hizmet vermeye başlamıştır. 1992 senesinde ise saray bölümü inşaatı bitirilip ziyaretçilerin kabulüne imkan sağlanmıştır.
“Çırağan Sarayı”, her ne kadar tarihi dokusunu yitirmiş olsa da, görkemli görünüşü ve eşsiz manzarası ile önemli davetlerin mekanı olmaya devam etmektedir.