Paris, çoğuna göre sadece Fransa’nın değil, tüm Avrupa’nın başkenti. Bir çoğuna göre de Paris aşkın başkenti. Etrafındaki banliyöleriyle birlikte yaklaşık 12 milyonluk bir şehir olan Paris, tarihin her evresinde gerek toplumsal gerek sanatsal olayları ile başrole oynamış. Aynı zamanda modanın ve lüksün de başkenti olan Paris, “Ville Lumière – Işık Şehir” olarak anılıyor.
Konu Paris olunca insan yazıya da nereden başlayacağını şaşırıyor. En iyisi önce şehir merkezine nasıl ulaşacağımızdan bahsedelim:
Paris, şehir içinde ulaşım bakımından hiç zorluk çekilmeyecek, konaklama için birçok alternatifin bulunduğu, yeme içme konusunda oldukça zengin ve tabii ki gezip görülecek yerin bol olduğu büyük bir şehir. Şehre havayoluyla geliyorsanız, tren yolu (RER) ve dünyanın en gelişmiş metro sistemlerinden biriyle istediğiniz şehir merkezine kolayca ulaşabilirsiniz. 20 semte bölünmüş olan Paris’te ulaşım sistemi 5 ayrı bölgeden oluşuyor. Charles de Gaulle ve Orly havaalanları 3 ile 5. bölgeler arasında kalıyor. Buradan RER sistemi trenleriyle, şehrin merkezi olan 1 ve 2. bölgeye seyahat edebilir, aynı biletle metroya geçiş yapabilirsiniz. 1 ve 2. bölge içinde aynı tip biletle seyahat edilebiliyor. Bu bölgelerin dışına çıkarken farklı bir bilet almak gerekiyor. Ayrıca şehir merkezinde belli yerlere havaalanlarından direkt otobüs servisleri de oluyor. Şehir içi ulaşımda Paris Visite kartı alıp, ulaşım ve bazı mekanlara girişte avantaj sağlayabileceğiniz gibi, toplu bilet alıp indirimlerden yararlanabiliyorsunuz. Paris, metro ağında Moskova’dan sonra dünyanın en büyük sistemine sahip. Bazı istasyonlar eski ve pis olmakla birlikte tarifeler dakika şaşmıyor.
Otobüsle geliyorsanız, terminale yakın bir metro istasyonuna ulaşabilirsiniz. Paris’teki en büyük otobüs şirketlerinden biri olan Eurolines’in merkezi doğu Paris’teki Gallieni metro istasyonunun üzerindeki Gare Routiere Internationale’de bulunuyor.
Eğer trenle geliyorsanız, şehirde 6 tren garı var ve hepsi metro sistemine bağlanıyor. Biz ilk Paris seyahatimizi Amsterdam’dan otobüsle yapmış ve Gare de l’Est yakınındaki bir otelde konaklamıştık. Daha sonraki seyahatlerimizde de yine bu civardaki otellerde konaklamayı tercih ettik. Çoğu merkeze yürüme mesafesinde, aynı zamanda metro hattına da yakın bir yerde konaklamak, şehri gezmek için her zaman faydalı oluyor.
Şehre tepeden bakış; Montmartre
Paris’i anlatmaya, Montmartre tepesinden başlayabiliriz. Şehrin eski semtlerinden biri olan bu bölgeyi, şimdilerde daha çok sanatla uğraşan ve genç bir kesim sahiplenmiş. Tepenin uç noktasında ise Paris’in simge yapılarından biri olan Sacre Coeur Bazilikası yer alıyor. Tepeye yürüyerek veya fünikilerle ulaşım mümkün. Paris’in en yüksek tepesinde inşa edilmiş olan Sacre Coeur Bazilikası şehrin en turistik yerlerinden biri. Beyaz travertenli kilise, önünde geniş merdivenler ve büyük bir teras sunuyor. Paris’in etkileyici bir manzarasını izlemek istiyorsanız, bu nokta kesinlikle sizi tatmin edecektir.
Şehir merkezine doğru inerken ressamların sergilerini, hediyelik eşya mağazalarını ve şehirde daha bir çok yerde göreceğiniz butik tatlı ve kurabiyecileri mutlaka ziyaret edin. Tepeden indiğinizde Moulin Rouge kabaresi sizi karşılıyor. Kırmızı yel değirmeni ile dünyaca ünlü Moulin Rouge, özel bir işletme olmasına rağmen Fransız kültüründe sembolleşmiş bir yere sahip. Kırmızı değirmeni, profesyonel erotik şovları, yetişkinlere yönelik orijinal eğlence programlarını ve ünlü kan-kan dansını görmek için yıl boyunca bir çok turist bu ünlü mekanı ziyaret ediyor.
Müze denince ilk akla gelen: Louvre
Paris’in tam kalbinde Louvre Müzesi yer alıyor. Dünyanın sayılı müzelerinden olan Louvre, dünyanın en önemli sanat koleksiyonu ev sahipliğinin yanı sıra Paris’in en büyük saraylarından da biri konumunda. Müzenin içine girmeden önce sarayın mimarisi ve simetrisi insanı büyülemeye yetiyor. Bahçedeki dev cam piramitten müzeye giriş yapılıyor. Bu piramidin ters simetriği de müzenin girişine kadar iniyor ve buradan başlayan başka bir piramitle kesişiyor.
Louvre Müzesi’ni detaylı bir şekilde dolaşmak için en az bir tam gününüzü ayırmanız gerekiyor. Girişte sıra beklememek için biletinizi de önceden almanızda fayda var. Müzenin en çok ziyaret çeken parçası tabii ki Mona Lisa tablosu. Leonardo Da Vinci’nin harika eseri, Louvre Müzesi’nde tek başına bir duvarda asılı duran tek eser özelliğine sahip. En çok ziyaretçiyi çeken bu meşhur tablo, kurşungeçirmez bir camın ardında sergileniyor. Venüs heykeli de, müzedeki bir diğer önemli eser.
Louvre Müzesi’nden çıkınca Tuileries bahçesini izleyerek Concorde Meydanı’na ulaşılıyor. Meydanın karşısında, Sen Nehri’nin diğer kıyısında da Orsay Müzesi ve Sarayı uzanıyor. Orsay Müzesi’nde, Edouard Manet, Claude Monet, Paul Cezanne ve Vincent van Gogh gibi dünyaca ünlü sanatçıların eserleri sergileniyor. Meydanın diğer tarafında ise Napolyon’un emriyle inşa edilen Église de la Madeleine kilisesi yer alıyor. Kilisenin ardından da Paris’in muhteşem Opera binası görülebiliyor. Paris, saray, mimari eser ve müze bakımından çok zengin bir şehir. Paris’in en güzel binalarından biri olan Hotel de Ville, Napolyon’un mezarının bulunduğu Dome Kilisesi, askeri binalardan oluşan Les Invalides, Foucault Sarkacının bulunduğu Pantheon ve birçok sergiye ev sahipliği yapan Grand Palais şehrin gezilmesi gereken yapılarından. Şehir içindeki birçok müzenin yanı sıra, eğer vaktiniz varsa biraz şehir dışındaki Versay Sarayı’nı da mutlaka rotanıza eklemelisiniz.
Ve Champs-Élysées
Concorde Meydanı devamında, belki de dünyanın en meşhur alışveriş caddesi Champs-Élysées uzanıyor. Paris’in en güzel caddesi olarak bilinen Champs-Élysées, sonunda sizi Zafer Takı’na ulaştırıyor. Cadde üzerinde hemen hemen her markanın en şık mağazasını, ünlü pastaneleri, şık restoran ve kafeleri görmek mümkün. Montaigne Bulvarı da Channel, Ralph Lauren, Chloe, Dupont, Prada, Valentino ve tabii ki Louis Vuitton mağazalarıyla, Champs-Élysées’nin bir bölümü durumunda.
Champs-Élysées’nin sonundaki Zafer Takı (Arc de Trimophe), Eyfel Kulesi’nden sonra belki de en bilinen ikinci yapı. Tak, dünyanın en büyük döner kavşaklarından birinde yer alıyor. Charles de Gaulle Meydanı’nda yer alan kavşak tam 12 caddenin birleşim noktası. Zafer Takı’nın en üst katında bulunan seyir terasından Paris manzarası izlemek mümkün. 284 basamaklı merdivenle ya da asansörle terasa çıkabilirsiniz. Seyir terasında bir tarafta ünlü Champs-Élysées’yi diğer tarafta ise şehrin bir diğer ünlü takı olan La Grande Arche de La Defense’i görebilirsiniz.
Zafer Takı’nda buluşan 12 caddeden biri olan Kleber Bulvarı sizi Chaillot Sarayı’na ve Trocadero bahçelerine ulaştırıyor. Burası, şehrin simgesi Eyfel Kulesi’nin bize göre en güzel izlendiği yer. Özellikle akşam saatlerinde hem Eyfel’in hem de şehrin ışıkları parlamaya başladığında, manzara eşsiz bir güzellik sunuyor.
Güzel mi çirkin mi: Eyfel
Eyfel Kulesi, 324 metre yüksekliği ve mimarisiyle Paris denince ilk akla gelen yapı. Yakınına gelince heybetinden ve güzelliğinden etkilenmemek mümkün değil. 1889 yılında tamamlanan kulenin 3 ayrı katında seyir terasları var. İlk kata 4 Euro gibi bir fiyata çıkmak mümkün. Asansörlerdeki sırayı beklemek istemezseniz, merdivenleri de kullanabilirsiniz. Kulede bir restoran da yer alıyor. Ancak fiyatlarının pek de uygun olmadığını herkes tahmin edebilir.
Paris, Sen Nehri’nin iki yakasına kurulmuş bir şehir ve dolayısıyla nehrin üstünde birçok köprüyle şehrin iki yakası birbirine bağlanıyor. Paris’e gitmişken özellikle akşamları düzenlenen tekne gezilerine katılmanızı öneririz. Sen Nehri üzerinde sakin sakin süzülürken şehrin ışıklarını, köprüleri ve tabii ki Eyfel’i izlemek çok keyif verici. Paris’in köprülerini tek tek dolaşmak için de yine hemen hemen bir tam güne ihtiyacınız olacaktır. Köprülerin belki de en ünlüsü, çiftlerin adlarının yazıldığı kilitlerin asılı olduğu Pont Des Arts. Biz bütün şehri yürüyerek ve her sokağına girerek dolaşmayı sevsek de, tüm gün düzenlenen turist otobüsleriyle de şehirdeki birçok turistik mekanı gezebilirsiniz.
Gotik mimarinin en güzel örneği: Notre Dame
Sen Nehri üstündeki bir adada inşa edilmiş olan Notre Dame Katedrali ve hemen karşısındaki Conciergerie şehrin diğer önemli mekanları. 170 yıl süren inşaatı sonucunda 1334 yılında açılan Notre Dame Katedrali, yalnızca Paris’in değil tüm Fransa’nın en önemli dini mekanı konumunda. Gotik mimarinin en önemli örneklerinden sayılan Notre Dame’ın ana kapısının önünde yer alan “Orta Yol”, “Sıfır Noktası” olarak geçiyor ve burası şehrin merkezi kabul ediliyor.
Katedralin karşısında yer alan Conciergerie, Gotik mimarisi ile dikkat çekiyor. Yapıldığı 1301-1315 yıllarında dünyanın en önemli saraylarından olan Conciergerie ilerleyen yıllarda birçok önemli olaya sahne olmuş, hapishane olarak kullanılmış, özellikle 1789 Fransız devrimi sonrası bol şiddet içeren olaylara ev sahipliği yapmış.
Notre Dame Katedrali çevresinde, hediyelik eşya, suluboya resim, kartpostal satan birçok ufak mağaza var. Katedrale girmek için sıra beklerken bu mağazalardan da hediyelik bakabilirsiniz.
Paris’in bahçeleri
Başta da dediğimiz gibi Paris’i anlatmak oldukça zor, her köşe başında başka bir güzellikle karşılaşmak mümkün. Yapıların titizlikle korunması, tarihi değerlerinin yaşatılması, şehrin merkezinde hemen hemen hiç yeni bir yapının bulunmaması, insanı sanki başka bir dönemde seyahat ediyormuş hissine sürüklüyor. Paris, yapılarıyla olduğu kadar şehir düzenlemeleri ve büyük parklarıyla da insanı büyülüyor. Şehrin ortasında ama şehrin kalabalığından ve gürültüsünden uzak bu parkların başında Jardins de Luxembourg, Jardin des Plantes ve Bois de Boulogne’yi saymak mümkün. Eyfel Kulesi’nin hemen önünde uzanan Champ de Mars da şehri en büyük parklarından biri.
Biraz yeme içme, biraz alışveriş
Tabii ki Paris’te dolaşırken lüks kafelere, butik pastanelere ve ekmek fırınlarına uğramamak olmaz. Şehrin her bölgesinde rastlayacağınız bu mekanları mutlaka deneyin; bir kahve yanında kruvasan tadın, fırından yeni çıkmış minik baget ekmeklerin sıcaklığını hissedin. Paris’te kesinlikle aç kalmak imkansız, her türlü damak zevkine ve keseye uygun yemek bulabilirsiniz. Şehirde tüm dünya mutfaklarının restoranlarını deneyebileceğiniz gibi, her köşe başında görmeye alıştığımız fast food restoranlarını da bulabilirsiniz. Ama bizce daha Parisien kafeleri ve restoranları tercih etmenizde fayda var. Sokaklara atılmış ufak masa ve iki sandalye, masanın üstünde taze çiçekler, sokakta akordeonuyla şarkı söyleyen bir müzisyen Paris sokaklarında sıkça rastlayabileceğiniz görüntüler. Böylece Paris’in neden bir aşıklar şehri olduğunu da anlamanız daha kolay olacaktır.
Paris’te alışveriş için belki de apayrı bir yazı yazmak gerekebilir, çünkü o kadar bol seçenek ve mağaza var ki. Moda denince akla ilk gelen şehirlerden olan Paris’te birbirinden güzel ve lüks moda ürünlerinin yanı sıra daha bütçe dostu veya özel tasarım ürünleri de bulabilirsiniz. Champs-Élysées ve civarındaki mağazalarda lüksün doruğuna çıkabilir, Rivoli, Saint Germain veya Haussmann Caddelerinde daha ekonomik markaların mağazalarını gezebilirsiniz. Paris’e gitmişken tabii ki Galeries Lafayette ve Printemps mağazalarını da dolaşmadan dönmeyin. Bu arada, Galeries Lafayette’in en üst katında fiyatları gayet normal bir restoran ve hoş bir manzara sunan terası bulunuyor.
Eğer vaktiniz varsa şehrin biraz dışında yer alan alışveriş merkezlerini ve outlet mağazaların olduğu merkezleri dolaşabilirsiniz. Ayrıca ikinci el eşyalara veya antikalara merakınız varsa, Paris bu konuda da oldukça zengin. Bu pazarları araştırıp erken bir saatte ziyaret etmekte fayda var.
Paris’te eğlence: Marais
Şehrin eğlence merkezini ise Marais bölgesi oluşturuyor. Bu bölge de Paris’in bozulmamış eski bölgelerinden biri ve daracık sokaklardan oluşuyor. Bu sokaklarda irili ufaklı kafeler, barlar, ufak restoranlar bulunuyor. Akşam saatlerinde daha da kalabalıklaşan bölge gece hayatının merkezi haline dönüşüyor..
Paris, mimari dokusu, insanları, hareketli ama düzenli akışı ile kendisine ister istemez hayran bırakıyor. Bir kere gördünüz mü, sık sık ziyaret etmek isteyeceğiniz ender şehirlerden biri.