Anglikan Kilisesi
İstanbul İli, Beyoğlu İlçesi, Galip Dede Caddesi, Serdarı Ekrem sokağı üzerinde konumlandırılmış olan bu tarihi kiliseye Anglikan Kilisesi denmesinin yegane sebebi; Sri Lanka menşeili Anglikan dinsel topluluğu tarafından ibadet amaçlı kullanılıyor olmasıdır.
Takvimler on dokuzuncu yüzyılın ikinci çeyreğini henüz geçmişken Lord Stratford Canning isimli zatın girişimleri ile bina edilme çalışmalarına başlanan Anglikan Kilisesi; Osmanlı Padişahlarından Abdülmecid han emri ile Kırım Harbi’ne iştirak eden İngiliz asıllı askeri personel anısına İngilizlere hediye edilmiştir. Kilisenin inşasından önce söz konusu yerde virane halde bir Rum Mezarlığı bulunmakta idi.
Anglikan Kilisesi’nin mimari detaylarına girmeden evvel belirtmek gerekir ki tamamı taştan inşa edilen bu yapıda kullanılan taşlar Malta’dan gelmiştir. Kilise inşa edilirken tamamen neogotik üslup kullanılmıştır.
Anglikan Kilisesi’nde ibadet eden kişilerin sayısındaki gözle görülür azalma nedeni ile takvimler 1970 yılını işaret ederken kapatılan kilise yirmi yıl kadar terkedilmiş durumda kalsa da 1990 senesinde kilise papazının liderliği ile Sri Lanka’dan ülkemize gelen mültecilerin girişimi ile onarılıp yeniden ibadet etmeye uygun hale getirilmiştir.
Kilise her pazar saat 10:00 haftalık kilise hizmetlerini yapmaktadır.
Anglikan Kilisesi’nin İstanbul seyahatlerinizde mutlaka görmeniz gereken yapılar arasında olduğunu hatırlatmakta fayda görüyoruz.
Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi
Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi ( Surp Asdvadzadzin Kilisesi )
İstanbul İli, Beyoğlu İlçesi, Tarlabaşı Semtinde bulunan Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi, semtin Karakum isimli sokağındadır. Kilisenin en önemli özelliği ise İstanbul İlinde Süryani Cemaati tarafından inşa ettirilen ilk ve tek kilise oluşudur.
Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi’nin arazisi, Süryani Cemaatine ait kaynaklar dikkate alındığında takvimler on dokuzuncu yüzyıla işaret ederken cemaat tarafından satın alınmıştır. Ermenilere ait kaynaklarda ise on yedinci yüzyılın ortası ve on sekizinci yüzyılın son çeyreği arasında bu arazide bir kilise olduğu iddia edilir.
Tarihi kaynaklardaki veriler çelişkili olduğundan mütevellit Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi’nin mülkiyet hakkı konusunda uzunca bir dönem belirsizlikler hakim olsa da 6 eylül 1863 senesinde varılan anlaşma ile ibadethane yeniden inşa edilmeye başlanmıştır. Varılan mutabakata göre Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi Ermeni ve Süryani Cemaatlerinin birlikte kullanacağı bir ibadethane olması karara bağlanmıştır.
Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi’nin inşasından birkaç yıl sonra çıkan İstanbul Yangını, kiliseyi ibadet edilemez hale getirmiştir. Yangından sekiz yıl sonra ise kapsamlı bir tadilat çalışmasından geçirilen kilise yeniden ibadete açılmıştır. Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi, Ermeni ve Süryani Cemaatleri tarafından Surp Asdvadzadzin Kilisesi olarak ta isimlendirilir.
Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi binası tarih içinde oldukça yıprandığından 1961 senesinde yıkılmak zorunda kalmıştır. Süryani Cemaati tarafından yaptırılan ve yaklaşık olarak üç sene süren inşa çalışmaları 1964 senesinde itmiş ve ibadethane tekrar işlev görür hale sokulmuştur.
Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi mimari bakımdan incelendiğinde Mardin yöresine ait olan taş sanatının nadide örneklerini gözlemlemek mümkündür. Kilisenin yanında okul ve idare kısımlarının bulunduğu bir yapıda bulunmaktadır.
Stephan ( Bulgar ) Kilisesi
Osmanlı Devleti Saltanatı sırasında yaşanan milliyetçilik çatışmaları neticesinde Bulgar asıllı Osmanlı Vatandaşları girişimi sonucu inşa edilen Stephan ( Bulgar ) Kilisesi, Fener Ortodoks Patrikhanesi’ne tabi olmayan bir Ortodoks Kilisesi hüviyetindedir.
Stephan ( Bulgar ) Kilisesi; İstanbul İli, Fatih İlçesi sınırları içerinde yer alan Haliç Semti’nde bulunmaktadır. Tam konum olarak belirtmek gerekirse Mürsel Paşa Caddesi ile Ayvansaray Caddesi arasında yer alır.
Stephan ( Bulgar ) Kilisesi’ni tarihi bakımdan incelemeye kalkarsak on dokuzuncu yüzyılda Osmanlı Devleti’nden kilise yapım izni alındığını söyleyebiliriz. Bugün Mürsel Paşa Caddesi olarak isimlendirilen yerde inşa edilen “Metoh” isimli papaz evi bu kilisenin başlangıcı olarak nitelendirilebilir. “Metoh” adlı papaz evinin üzerinde bulunan kitabede, bu yapının on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde tamamlandığını öğrenebiliriz.
Takvimler on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğini işaret ettiğinde ise bahsi geçen ibadethanenin karşısına bir kilise inşa edilir. Bu kilise ahşaptan bina edilmiştir ve Stephan ( Bulgar ) Kilisesi’nin ilk halidir. Ahşaptan yapılan kilise ibadete imkan tanımamaya başladığında ise bugünkü demir iskeletli yapıyı bina etmek bir zorunluluk halini almıştır.
Stephan ( Bulgar ) Kilisesi’nin bugünkü halinin mimari projesi Ermeni asıllı mimar Hovsep Aznavur’a aittir. Projenin uygulanması için ise bir yarışma düzenlenmiş ve bu yarışmayı Avusturyalı bir inşaat firması olan R. Ph. Wagner kazanmıştır.
Kısa bir süre sonra yapımı tamamlanan Stephan ( Bulgar ) Kilisesi önce metruk bir fabrikanın bahçesine bina edilmiş, burada isteğe göre düzenlendikten sonra yurda getirilip bugünkü yerine monte edilmiştir.
Dışarıdan bakıldığında haç şeklinde dizayn edilmiş olan kilisenin yapımında demir ve prefabrik kullanılmıştır. Sağa ve sola doğru üç metrelik çıkıntılar altı metre yüksekliğindeki orta kısma monte şekilde durmaktadır. Mimari konudaki bilirkişilerin vardığı ortak karar kilisenin neobarok ve neogotik mimari biçiminin izlerini taşıdığıdır.
Stephan ( Bulgar ) Kilisesi’nin çan kulesi olarak tabir edilen yerinde altı farklı boyutta çan bulunmaktadır. Çanların üzerine ise Sveti Stefan Kilisesi’ne gönderilmek amaçlı Rusya’da döküldüğü nakşedilmiştir.
İstanbul seyahatlerinde mutlaka görülmesi gereken Stephan ( Bulgar ) Kilisesi; Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı dinsel inanışlara gösterdiği saygının nişanesi olarak adlandırılabilir.
Saint Antonine Kilisesi
Hazreti İsa’nın doğumundan sonra 1230 senesinde Hristiyan rahipler, Assisili ve Aziz Fransua namına şu anki Galata semti dolaylarında bir kilise yaptırdılar. On yedinci yüzyılın ikinci ve üçüncü çeyreğinde iki kez yangına maruz kalan Aziz Fransua Kilisesi iki seferde de aynı yere inşa edildi. Lakin aynı yüzyılın son çeyreğinde çıkan büyük yangın sonucu Pera semtine Aziz Fransua Kilisesi yerine Aziz Antonie Kilisesi inşa edildi. Takvimler on sekizinci yüzyılın ilk çeyreğini gösterirken yapıldığı düşünülen Saint Antonie Kilisesi Osmanlı Döneminde azınlıklara gösterilen hoşgörünün güzel bir örneği olarak gösterilir.
Günümüzde Türkiye’de yaşayan Hristiyan vatandaşların ibadet ettiği Saint Antonie Kilisesi’nin inşasına ise 23 Ağustos 1906 tarihinde başlanmıştır. Kilisenin mimarı İstanbul doğumlu ünlü mimar Giulio Mongeri’dir. İnşa çalışmaları altı yıl süren ve 15 Şubat 2012 senesinde tekrar ibadet etmeye uygun hale getirilen Saint Antonie Kilisesi; İstanbul İlindeki en büyük Katolik Kilisesi’dir. Kilisenin yönetimi ise İtalyan rahiplerin elinde bulunmaktadır. İspanyolca ve İtalyanca ayinler düzenli olarak yapılmaktadır.
Saint Antonie Kilisesi dikdörtgen plan olarak bir dönümlük arazi üzerine kurulmuştur. Mimari tarzı işin uzmanlarınca İtalyan Neogotik olarak tarif edilir. Duvarları belli bir seviyeye kadar mozaik ile kaplanmış olan Saint Antonie Kilisesi’nin duvarlarını örmek içinde tuğla kullanılmıştır.
Saint Antonie Kilisesi’nin sağında ve solunda iki adet bina bulunmaktadır. Bu binalar kilisenin maddi olarak ayakta durması için inşa edilmiştir. Söz konusu binalar kilisenin bulunduğu bugünkü meşhur İstiklal Caddesi’nin ilk betonarme binaları arasında gösterilir. Saint Antonie Kilisesi’nin İstiklal Caddesine cephesi ise yaklaşık olarak otuz sekiz metredir.
Cemaat bakımından İstanbul’un en büyük Katolik Kilisesi olarak tabir edilebilecek Saint Antonie Kilisesi İstanbul ziyaretlerinde mutlaka görülmesi gereken bir yapıdır.
Yavuz Selim Camii
Osmanlı Padişahlarından Kanunu Sultan Selim Han tarafından yaptırılmış olan Yavuz Selim Külliyesi; İstanbul İli, Fatih İlçesi sınırları dahilinde bulunan “Sultan Selim” semtinde konumlandırılmıştır. Konum olarak Haliç’i gören bir tepe üzerinde bina edilen “Yavuz Selim Külliyesi” adını Kanuni Sultan Süleyman Han’ın babası Yavuz Sultan Selim’den almıştır. Takvimler on altıncı yüzyılın ilk çeyreğini gösterirken yapılan külliye hamam, sıbyan mektebi, darüşşifa, cami ve imaret binalarından oluşur.
Yavuz Sultan Selim Külliyesi’nin mimarı konusunda kesin bir bilgi yoktur lakin Tahsin Öz isimli kişi külliye bünyesinde bulunan caminin ünlü mimarlardan Acem Ali’ye yaptırıldığını iddia etmektedir. Tabhaneli olarak tabir edilen camilere son örnek olarak gösterilebilecek olan ibadethane, Osmanlı döneminde inşa edilmiş olan Edirne Camilerini andırmaktadır. Üç değişik bölgeden giriş yapılabilen cami, külliyenin dış avlu olarak tanımlanan yerinde konumlanmıştır.
Camiye ait şadırvan ise sekiz mermer direklidir ve eşine az rastlanan türdendir. Üst kısmında yaklaşık yirmi dört buçuk metre açıklık bulunan cami kubbesi tüm külliyeye hakim konumdadır. Sultan ve müezzin mahfilleri tıpkı bir sanat eseri imiş gibi inşa edilen Yavuz Selim Külliyesi Camisi’nin sultan mahfilindeki altın kafeslerin Sultan İbrahim tarafından yerleştirildiği düşünülmektedir. Mermer ve çini işçiliğinin göz kamaştırıcı örneklerini görebileceğiniz cami, ihtişamın en sade biçimde anlatılmış şekli olarak nitelendirilebilir.
Yavuz Selim Külliyesi dahilinde kıble yönünde konumlandırılmış ve sekizgen plan üzerine kurulmuş bir türbe bulunmaktadır. Osmanlı Padişahlarından Sultan Birinci Selim’e ait sanduka bu türbede yer almaktadır. Ayrıca sandukanın başında bir de beyaz kaftan asılıdır. Tahmin edeceğiniz üzere Birinci Selim’e ait olan bu kaftan İbn-i Kemal adlı şahsın ( rivayete göre ) çamur sıçrattığı kaftandır.
Yavuz Selim Külliyesi’nde Birinci Selim’in türbesi dışında tıpkı aynı özelliklerde inşa edilmiş bir türbe daha bulunmaktadır. Bu türbede devrin padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman Han’ın küçük yaşta yaşamını kaybeden çocuklarının kabirleri bulunmaktadır. Yine Kanuni Sultan Süleyman Han’ın annesi olarak bilinen Hafza Sultan’ın mezarı da türbe sınırları içerisindedir.
Yavuz Selim Külliyesi’nden büyük bir kısım tarih boyunca günümüze ulaşamamıştır. Lakin yine de görülmeye değer Osmanlı eserleri arasındadır.
Neva Şalom Sinagogu
“Neva Şalom” tamlaması İbranicede “barış vahası” anlamına gelmektedir. İstanbul İli, Beyoğlu İlçesi, Şişhane Semti’nde bulunan “Neva Şalom Sinagogu”, Musevi Cemaat Lideri ( Galata Beyoğlu Cemaati Başkanı ) Marsel Franko girişimleri ibadete açılmıştır. Önceleri Birinci Karma Musevi İlkokulu olarak kullanılan yapı, Neva Şalom Sinagogu’na çevrilmiştir. Sinagog; Musevilerce önem arz eden “Roş Aşana Bayramı” esnasında açılmıştır ( 26 Eylül 1938 ). Arazi ise Bağdat’ta yaşayan Musevi asıllı Elia Kadoorie tarafından bağışlanmıştır.
Takvimler 1949 yılını işaret ederken Yahudi Cemaati mevcut sinagogun yeniden elden geçirilmesi yönünde fikir birliğine vardı. Sahibi yine Yahudi asıllı olan bir inşaat firmasının kapısı çalındı. Yapılan istişareler sonucunda tam projeye onay verilmek üzereydi ki İstanbul Teknik Üniversitesi’nden yeni mezun olmuş Bernard Motola ve Elio Ventura isimli iki Yahudi asıllı mimar Sinagog inşaatına talip oldular. Sektörde deneyimsiz olmalarında ötürü ilk etapta projeleri kabul edilmese de projenin sunumunda gösterdikleri performans nedeni ile sinagogun yeniden inşa işlemi bu iki gence verildi.
Hızlı bir biçimde alınan yasal izinlerine müteakiben Neva Şalom Sinagogu’nun yapım çalışmaları başladı. Dönemin şartlarında ayrılan üç yüz bin Türk Lirası bütçe yetmeyince inşaat bir ara durmak zorunda kaldı. Ardından Yahudi Cemaati tarafından toplanan elli bin lira sinagogun inşa bütçesine ayrıldı ve tarih 25 Mart 1951 senesini işaret ederken Neva Şalom ibadete açıldı.
Neva Şalom Sinagogu dışardan bakıldığında çok ihtişamlı görünmese de içeri girildiğinde oldukça nezih bir sanat eseri ile karşılaşılır. Oniks mermer döşemeleri, İngiltere’den özel olarak getirilen camları, kartonpiyer kubbe süslemeleri görülmeye değerdir.
Kılıç Ali Paşa Camii
Osmanlı Devlet Adamlarından Kılıç Ali Paşa emri ile ünlü Osmanlı Mimarlarından Mimar Sinan’a yaptırılmış olan Kılıç Ali Paşa külliyesi içerisinde bulunmakta olan Kılıç ali Paşa Camisi; takvimler on altıncı yüzyılın sonlarını işaret ederken yaptırılmıştır. Kılıç Ali Paşa Külliyesi dahilinde diğer Osmanlı külliyelerinde olduğu gibi hamam, medrese, cami, sebil ve türbe bulunmaktadır.
Kılıç Ali Paşa Camisi, söz konusu külliyenin mihenk taşı konumundadır. Bu tarihi cami külliyenin inşası tamamlandığında oldukça geniş bir avlu içinde bina edilmişti. Lakin Cumhuriyet döneminden sonra yapılan yol çalışmaları nedeni ile eski hali yok edilmiş ve avluya ait duvarlar geri çekilmiştir. Son cemaat yeri ismi ile tabir edilen ibadet alanı beş adet kubbe ile örtülüdür. Dikdörtgen bir alana inşa edilmiş olan caminin ana kısmının yaklaşık on üç metrelik bir kubbesi vardır. Mimari özellik bakımından Ayasofya’yı andıran camii on altıncı asrın işçiliği ile çini sanatının nadide örneklerini muhteva etmektedir.
Kılıç Ali Paşa Camisi’nde aydınlığı dağlamak için tam yüz kırk yedi adet pencere kullanılmıştır. Bu pencerelerin yirmi dört tanesi ise kubbe kasnağı olarak tabir edilen kısımda konumlandırılmıştır. Güneşin olmadığında aydınlatma vazifesini gören ve takvimler on altıncı asrı gösterirken inşa edilen deniz feneri ise yirminci yüzyılın ortalarından beri Deniz Müzesi’nde bulunmaktadır. Kılıç Ali Paşa Camisi’nde bulunan bir şerefeli minare yirminci yüzyılda yapılan tadilat çalışmasında onarılmıştır.
Kılıç Ali Paşa Camisi’nin deniz gören kısmındaki sekizgen biçimdeki taştan türbede Kılıç Ali Paşa’nın sandukası bulunmaktadır. On sekiz kısımdan hasıl olan külliye ve hamam da günümüze kadar mevcudiyetini koruyabilmiştir.
İstanbul seyahatinizde yolunuz Tophane’ye düşerse mutlaka görmeniz gereken Osmanlı eserleri arasında bulunan bu tarihi yapının avlu duvarı üzerinde bulunan sebilleri de kimi tarihçilere göre külliyenin bir parçasıdır.
Bayezid Külliyesi
Osmanlı padişahlarından İkinci Bayezid’in saltanatı sırasında yaptırılan Bayezid Külliyesi’nin net olarak yapım yılı bilinmese de, takvimler on altıncı yüzyılın başını işaret ederken bina edildiği düşünülmektedir. Bugün İstanbul İli, Fatih İlçesi sınırları içinde kalan ve Beyazıt semtine de adını veren Bayezid Külliyesi; tabhane, hamam, cami, sıbyan mektebi ve medreseden teşkil edilmiştir.
Baş mimarının kim olduğu tam olarak bilinmeyen Bayezid Külliyesi’nin inşasında; Mimar Kemaleddin, Mimar Hayrettin, Sultanşah ve Yakupşah gibi mimarların çalıştığı tarihçiler arasında öne sürülen tezlerdendir.
Tüm Osmanlı dönemi külliyelerindeki gibi, Bayezid Külliyesi’nde de öne çıkan ve ehemmiyet verilen yapı cami kısmıdır. Bu tarihi semte gelip, Bayezid Külliyesi Camisi’ni ziyaret eden yerli ve yabancı turistler kendileri adeta bir açık hava müzesinde zannederler. Caminin orta kısmında Osmanlı mermer sanatının nadide örnekleri bulunmaktadır. Caminin üstündeki kitabe ise Hattat Şeyh Hamdullah Efendi’ye aittir. Bu kitabe dikkate alındığında caminin inşa yılının İsa’dan sonra 1500 olduğu ve yaklaşık 5 sene sürdüğü görülmektedir. Lakin kitabe sadece camiye aittir. Külliye inşa edilirken caminin hangi sırada yapıldığı bilinmemektedir. Bayezid Külliyesi Camisi kare biçiminde inşa edilmiştir. Caminin tavan kısmını örten kubbe ise yaklaşık on yedi metre çapındadır. Kubbeyi dört adet sütun taşımaktadır.
Semtin nerede ise her yanında izlerine rastlamak mümkün olan Bayezid Külliyesi’nin kervansaray ve imaret binaları Beyazıd Devlet Kütüphanesi olarak hizmet vermektedir. Beyazıt’ın komşu semti olan Laleli’ye cepheli medrese ise Türk Vakıf Hat Sanatları müzesine aittir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi binasının yanındaki Bayezid Külliyesi Hamamı ise yine İstanbul Üniversitesi’nin kullanımına terkedilmiştir.
Her yanı ile tarih kokan Beyazıt semti, İstanbul seyahatlerinde yerli ve yabancı turistin uğrak noktası konumundadır. Zira Beyazıt’ı gezmeden, İstanbul’un tarihi güzelliklerine vakıf olunamaz.
Atik Ali Paşa Külliyesi
İstanbul İli, Fatih İlçesi, Çemberlitaş Semti dahilindeki Yeniçeriler Caddesi üzerinde konumlanmış olan “Atik Ali Paşa Külliyesi”, Osmanlı Padişahlarından İkinci Bayezid’in sadrazamı Bosnalı Hadım Atik Ali Paşa emri ile inşa edilmiştir.
Takvimler on beşinci yüzyılın ikinci çeyreğini gösterirken yapımı tamamlandığı düşünülen Atik Ali Paşa Külliyesi; kervansaray, medrese, imaret binası, türbe, tekke ve cami kısımlarından oluştuğu bilinse de günümüze bu yapılardan sadece türbe, medrese ve camii kısımları ulaşabilmiştir. Atik Ali Paşa Külliyesi Camisi halk arasında Sandıkçılar Camisi, Sedefçiler Camisi ve Çemberlitaş Camisi isimleri ile anılmaktadır.
On yedinci yüzyılın ortasında hasıl olan İstanbul depremi sırasında minaresi kısmen hasar gören ve kubbesi tamamen yıkılan Atik Ala Paşa Külliyesi Camisi’nin on sekizinci asır boyunca yaşanan irili ufaklı depremlerde çok büyük hasar gördüğü bilinmektedir. Tarihçiler tarafından varılan ortak kanı ise on sekizinci yüzyılın sonlarına doğru külliyede kapsamlı bir onarım çalışması yapıldığıdır.
Yaklaşık altı yüz altı metre kare alana bina edilmiş olan Atik Ali Pala Külliyesi Camisi’nin son cemaat yeri olarak tabir edilen kısmı beş adet kubbe ile çevrilmiştir. Kubbe eteklerinde bulunan on altı adet pencere camiye mimari bir güzellik katarken aydınlatılmasına da katkı sağlamaktadır.
Atik Ali Paşa Külliyesi içinde birde sahibi bilinmeyen türbe bulunmaktadır.
Zal Mahmud Paşa Külliyesi
Zal Mahmud Paşa Külliyesi
İstanbul’un tarih kokan ilçesi Eyüp’ün sınırları dahlinde bulunan Zal Mahmud Paşa Külliyesi; bugün Defterdar ve Zal Paşa olarak isimlendirilmiş caddelerin arasında bulunmaktadır.
Zal Mahmud Paşa Külliyesi Osmanlı Padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman Han’ın vezirlerinden Zal Mahmud’un eşi ve aynı zamanda İkinci Selim’in kızı olan Şah Sultan emri ile yaptırılmıştır. Külliyenin mimarı ise Osmanlı Mimarisinde çağ açan Mimar Sinan’dır.
Yapılış tarihi tam manası ile kestirilemeyen Zal Mahmud Paşa Külliyesi’nin, on altıncı yüzyılın son çeyreğinde yapıldığı düşünülmektedir. Bani türbeleri, cami, iki dershaneden meydana gelen bir medrese, şadırvan ve çeşmelerden vücuda getirilen külliye binası oldukça görkemli bir yapıdır.
Takvimler on sekizinci yüzyılın son çeyreğine işaret ederken meydana gelen depremde hasar gören Zal Mahmud Paşa Külliyesi, Osmanlı Padişahlarından İkinci Mahmud’un saltanatı sırasında ilk kez tadil edilmiştir.
Zal Mahmud Paşa Külliyesi Camisi’nin orta kısmı yaklaşık on iki buçuk metre çapında bir kubbe ile örtülmüştür. Tuğla ve taş duvarlardan meydana gelen cami, alışılagelmiş Mimar Sinan camilerinden oldukça farklıdır. Cumhuriyetin ilanından sonra restore çalışmalarına tabi tutulan yapıda mümkün olduğu kadar aslına sadık kalınmaya çalışılmıştır.
Kazasker İvaz Efendi Camii
Bir çok güzelliği içerisinde barındıran İstanbul, farklı desenli mimarileri, eşsiz güzellikteki yapıları ile gerek yerli gerekse de yabancı turistlerin ilgisini çekmeye devam ediyor. Bu metropol isminin büyüklüğü kadar tarihi eserlerinin çokluğu ile de adından söz ettiriyor. Bunlardan bir tanesi de Kazasker İvaz Efendi Camii’dir.
İstanbul’un farklı bir güzelliğidir Kazasker İvaz Efendi Camii. Edirnekapı’dan Haliç’e doğru surları takip ederek inerken sırasıyla mezarlar, ağaçlar eski bir su maskemi ve nihayet surların üstünde yeşilliklerin arasında kaybolmuş gibi duran mütevazi duruşuyla gözünüze çarpar Kazasker İvaz Efendi Camii.
Ayvansaray’da, Anemas zindanlarının bitişiğindeki mütevazi tek mekan ve tek kubbeli Mimar Sinan eseridir. Eskiden ahşap bir revağı bulunsa da bugün yok olmuştur.
Mimar Sinan eseridir dedik ya, işte bunu ispatlayan bir çok öğeyi bulmak mümkündür burada. Bu boyuttaki camilerin tipik merkez eksende bir kapısı olmasına rağmen, Kazasker İvaz Efendi Camisinin giriş cephesinin sağ ve solunda ikişer eşit büyüklükte kapı bulunur. İç taraftaki kapılar hanımların namaz kılacağı yere, dış taraftaki kapılar ise esas namaz kılınacak yre açılır. Edirnekapı’daki Camii 600 yıla yakın bir süredir ayaktadır. 1585 yılında yapılan camii’nin mimarı Mimar Sinan’dır.
Kazasker İvaz Efendi tarafından yaptırılan camii yine bu isimle günümüze kadar ulaşmış büyük bir ecdad yadigarıdır.
Bu camii devrin şaşalı dönemini anlatan, kadın ve erkek eşitliğine vurgu yapar bir mimari yapıdır. Tarih boyunca da çeşitli amaçlarla kullanılmıştır. Camii olarak yaptırılan yapı yeri gelmiş medrese, yeri gelmiş mektep görevini üstlenmiştir.
Bu eşsiz camiinin önemli özelliklerinden birisi İznik Çinileri ile süslü mihrabıdır. Rengarenk ve desen desen yapılan çini süslemeleri bu caminin oldukça fazla dikkat çekmesine sebep olmuştur.
Kazasker İvaz Efendi Camii gerek çinileri gerekse de mimari özellikleri ile dönemin en güzel örnekleri arasında yer alır.
Günümüzde ise bu camii meraklı bakışlar arasında hayatiyetini sürdürmekte. Dar bir alanda kurulu olan Kazasker İvaz Efendi Camii fotoğrafçı ve turistlerin en uğrak yerlerinden birisidir. Ne zaman ki İstanbul’a yolunuz düşer, bu eşsiz güzellikteki camiyi gidip görün, bahçesinde oturup soluklanın. Sinan’ın zihninden çıkmış bu eşsiz eseri görerek hem hayranlığınızı artırın hem de geçmişin tam kalbine yolculuk yapın. Tarihine, yapılış şeklinde ve mimari özelliklerine hayran kalacağınız bu caminin Türkiye’de başka bir örneğinin bulunmaması ise dikkat çeken başka bir ayrıntı. Size kalan ise sadece ama sadece gezmek.
GEZILCEK YERLER
Binbirdirek Sarnıcı
Sultanahmet’in büyülü atmosferini yansıtan, insanın aklını başından alan bir eserdir
1001 direk sarnıcı. Sanıldığı gibi bir bir direğe sahip olduğu için değil, direklerin bindirme şeklinde inşa edilmesi sebebiyle halk tarafından 1001 direk sarnıcı ismi verilmiştir.
Doğu Roma döneminde su sarnıcı olan bu yapı, Osmanlılar zamanın da ipek atolyesi olmuştur.
1001 direk sarnıcı Sultanahmet’in altındadır. Hemen Adliye sarayının altında bulunan bu sannıç, İstanbul’daki ikinci büyük sarnıçtır.
Sultanahmet semtinde, Adliye Sarayı’nın üst tarafında, küçük bir meydanın altında bulunmaktadır. Roma döneminin eşsiz bir eseri olan bu sarnıç kimilerine göre 4. yüzyılda yapılmıştır. Dile kolay tam 1600 yıllık bir tarih ve bugün hala dimdik ayakta.
GEZİ NOKTASI
İstanbul’da görülmesi gereken yerlerin başında gelir 1001 direk sarnıcı. Etkileyici bir ortamı bulunur. Her ne kadar yanlış bir restorasyon geçirmiş olsa da otantik havasını ve zarafetini korur. İçerisine girip dolaşmak, ana taşıyıcı kolanların nasıl yapıldığını görmek ve üzerinde fikir yürütmek size hoş zaman geçirmekte yardımcı olacaktır.
Bugün ise 1001 direk sarnıcı bir işletme tarafından restoran olarak kullanılmakta. Tarihi dokuyu bozmayan bu işletme müşterilerine otantik bir ortamda hizmet veriyor. Burada gerek Türk gerekse de dünya lezzetlerinden damağınıza uygun olan yemekleri bulabilirken, dostlarınızla hoş vakit geçirebilir, bir bardak kahve ile arkadaşlığınızı pekiştirebilirsiniz.
Her şeyden önce size leziz bir ortam sunan işletme yapıyı korumakla da yükümlü olarak büyük bir iş gerçekleştirmiştir.
Galatasaray Hamamı
İstanbul İli, Beyoğlu İlçesindeki meşhur İstiklal Caddesi üzerinde bulunan Galatasaray Hamamı; Osmanlı Padişahlarından Sultan İkinci Bayezid emri ile takvimler on beşinci yüzyılın son çeyreğini işaret ederken yaptırılmıştır. Hamam Galatasaray Külliyesi dahilinde bulunmaktadır.
Alanında otorite sayılan tarihçilerin notları irdelendiğinde Galatasaray Külliyesi’nin enteresan bir öyküsü olduğu gözlemlenir. Rivayet odur ki devrin padişahı İkinci Bayezid şuan ki Galatasaray Hamamı ve Galatasaray Lisesi’nin bulunduğu arazide mahiyeti ile dolaşırken bir kulübeye rastlar. Söz konusu kulübe dönemin ünlü kişilerinden Gül Baba isimli şahsiyete aittir. İkinci Bayezid Gül Baba ile tanışıp sohbet ettikten sonra kendisinden bir dileği olup olmadığını sorar. Gül Baba ise cevaben bu gördüğünüz araziye asırlara hakim olacak bir külliye inşa ettirmesini ve bu külliyenin içinde bir okul ile kubbeli bir hamam yaptırılmasını diler. İkinci Bayezid bu çok sevdiği zatı kırmaz ve külliyeyi bina ettirir. Gül Baba’ya ait olduğu bilinen yatır hala Galatasaray Külliyesi içindedir.
Galatasaray Hamamı ile alakalı bir başka bilgi de Galatasaray Tarihi isimli kitabın sahibi Fethi İsfendiyaroğlu isimli zat tarafından verilmiştir. Fethi İsfendiyaroğlu’na göre bir dönem sadece lise öğrencilerine eğitim - öğretim veren mektebin talebeleri sabahleyin derse başlamadan bu hamamda temizlenip ve güne öyle başladığıdır. İsfendiyaroğlu ayrıca Galatasaray Mektebi talebesidir.
Günümüzde Galatasaray Hamamı özel bir şirket tarafından işletilmekte ve hamam kültürünün yaşamasına yardımcı olmaktadır. Zaman içinde modern çağ masajlarının da uygulandığı işletme bir hamamdan ziyade sağlıklı yaşam merkezi haline gelmiştir.
Arasta Çarşısı
İstanbul İli, Fatih İlçesi’nde bulunan tarihi Sultanahmet semtinde konumlandırılmış Arasta Çarşısı; el sanatları ürünlerinin nadide örneklerinin alıcısı ile buluşturulduğu bir mekandır. Tarihi Sultanahmet Meydanı’nda bulunan Sultanahmet Camisi’nin bir arka caddesindeki Arasta Çarşısı’nda yetmişi aşkın dükkandan ürün almak mümkündür.
Çarşının bir diğer adı da “Sipahiler Çarşısı” olarak bilinir. Bunun nedeni ise Osmanlı Devleti’nin saltanatı sırasında sipahilerin meslekleri ile ilgili ürünleri bu dükkanlardan alıyor olmalarıdır.
Takvimler yirminci yüzyılın ilk çeyreğini işaret ederken meydana gelen yangında oldukça zarar gören çarşı bir dönem evsiz kişilerin sığındığı bir metruk mekan olarak kalsa da, yine aynı yüzyılın son çeyreğinde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün titiz çalışmaları sonucu hak ettiği görünüme ve işleve kavuşmuştur.
Tarih irdelendiğinde Arasta Çarşısı’nın yapılış hikayesi Bizans İmparatorluğu Dönemi’ne kadar uzanmaktadır. Zira Cumhuriyetin ilanından yedi yıl sonra yapılan arkeolojik araştırmalar sonucu bölgede Bizans Sarayı’na ait kalıntılar bulunmuştur. Günümüze kadar gelen çarşı Osmanlı devrinde, Bizans’tan kalan bu kalıntıların üzerine inşa edilmiştir. Günümüzde ise el yapımı hediyelik eşya denildiğinde meraklısının aklına gelen sayılı mekanlardan biridir.
Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi
Fener Rum Ortodoks Patrik Hanesi ( Diğer adı ile İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi ) kökleri altıncı yüzyıla dayanan Ortodoks mezhebinin merkezi olarak nitelendirilebilir.
Osmanlı padişahlarından Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’u fethetmesine müteakiben Fatih tarafından azınlıkların inançları koruma altına alınmış ve Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi de resmen Osmanlı Devleti’nce tanınmıştır. Bu sayede on beşinci yüzyılın son çeyreğinden bu yana resmi statü ile tanınan bir kurum haline gelmiştir.
Ortodoks kanaat önderi ve din adamı İkinci Gennadios’un Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi Patrik’i olması ile birlikte ibadete dair faaliyetler Havariyun Kilisesi’nde devam etmiştir ki bu kilise o dönemlerde İstanbul’un en büyük ikinci kilisesi konumundadır. On beşinci yüzyılda dahi yaklaşık bin senedir ayakta duran Havariyun Kilisesi’nin bahçe kısmında Bizans İmparatorluğu’nun önemli şahsiyetlerinin mezarı bulunmakta idi. Fetihten sonra hiçbir zorlama olmamasına rağmen bu kilisenin cemaatinden büyük bir bölüm Müslümanlığa geçtiğinden dolayı kilise fetihten iki yıl sonra kapatılmıştır.
Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi bir müddet sonra Havariyun Kilisesi’nden Pammakaristos isimli manastıra sevk edilir. Hazreti İsa’dan sonra on ikinci asırda İkinci Loannes Kommenos tarafından yaptırılan bu manastır Fatih İlçesindeki Çarşamba semtindedir. Bu manastır her ne kadar Havariyun Kilisesi’nden metrekare olarak küçük olsa da güvenli olmasından ötürü Patrikhane tarafından tercih edilmiştir.
Takvimler on altıncı asrın ilk çeyreğinin ortalarını işaret ederken tadil edilen manastır, Fener Rum Ortodoks Patriği İkinci Lemeniras döneminde alan bakımından büyütülmesi için yeniden bina edilmiştir.
Osmanlı Padişahlarından Üçüncü Murat’ın aldığı talihsiz bir karar sonucu 1586 senesinde kapatılan kilise, bu tarihten beş yıl sonra camiye dönüştürülmüştür. Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi bu sırada önce Fener semtinde bulunan Vlah Sarayı Kilisesi’ne taşınmış ardından da Ayvansaray semtinde konumlanmış olan Ayios Dimitros Kilisesi’ne nakledilmiştir. On yedinci yüzyılın hemen başında ise Ayios Yeoryios Manastırı da Patrikhane bünyesine dahil olmuş ve dini eğitime burada devam etmiştir.
Osmanlı Padişahlarından İkinci Mehmet’in mührünü taşıyan fermanla resmiyeti ve konumu tanımlanan Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi ve Rum Ortodoks Patrikleri; Ortodoksların tüm dini vecibelerini yerine getirmesini sağlamak için denetlenmeye başladılar.
Bu fermanla Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi Patriğine vezir-i azam statüsü verildi ve divana katılabilme hakkı tanındı. Patriğin emrinde bulunan din adamları ise bugünkü bürokratların yetkilerini taşımaktaydı ve kendilerinden herhangi bir nam altında vergi ya da devlet hizmeti alınmazdı.
Fener Rum Ortodoks Patriğine tanınan haklar o kadar genişletildi ki, Osmanlı Kadıları Ortodoks olan vatandaşların yargı ve ceza işlemlerine bile karışmıyorlardı. Başka bir deyimle Ortodoksların mahkemesi Patrikhane idi. Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi bu denli geniş hak ve imtiyazlara Bizans İmparatorluğu saltanatında dahi sahip değillerdi.
On dokuzuncu yüzyılın üçüncü çeyreğinde yayınlanan Islahat Fermanı ike Fener Rum Ortodoks Patriği’nin siyasal ve hukuksal yetkileri alınmış ve Patrik sadece ruhani bir lider olarak kabul edilmiştir. Patriklerin görev süreleri ise ömür boyu olarak değiştirilmiştir.
Bütün dünyada var olan Rum Ortodoks Kiliselerinin otorite olarak kabul ettiği ve tabi olduğu yer Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’dir. Diğer bir söylemle tüm Ortodoksların ruhani liderliği Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi denebilir. Cumhuriyetin İlanı ve Lozan Barış Antlaşması’nın imza edilmesi ile siyasi ve hukuki özerklikleri kaldırılan Patrikhane’nin bu özelliklerinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından tanınmaması uluslararası siyaset arenalarında dönem dönem lokal gerginlikler yaratmaktadır.
Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin binası 1941 senesinde çıkan bir yangınla kül olduğundan dolayı 1989 senesinde Yüksek Mimar Aristidis Pasadeos önderliğinde kapsamlı bir tamir ve tadil çalışmasına start verildi. Yaklaşık iki yıl süren inşaat sonrası Patrikhane şuan ki hizmet binasına kavuştu. Günümüzde görev yapan Patrik Birinci Bartholomeos isimli kişidir.
Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi İstanbul ziyaretlerinde mutlaka gezilmesi gereken nadide mekanların arasındadır.