Notifications
Clear all

Singapur Gezilecek Yerler

1 Posts
1 Users
0 Likes
344 Views
(@guvensez)
Posts: 418
Member
Topic starter
 

Nereden başlasam bilmiyorum.. Daha önce ülkemden hiç bu kadar uzağa gitmemiştim. Uçakla aktarmasız 11 saat uzaklıkta Singapur.  İnsanıyla, kültürüyle, bitki örtüsüyle, havasıyla bambaşka bir dünya, daha önce hiç tanışmadığım…

Bu masal seyahat, 11 saatlık yolculuktan sonra daha havaalanına iner inmez kendini gösterdi. Devasa ve çok güzel bir havaalanı var Singapur’un. Büyük kısmının göz alabildiğine halı kaplı olması, dahası buna rağmen tertemiz durması beni acayip şaşırttı. Pasaport kontrolünden itibaren insanların ne kadar güler yüzlü ve yardımcı olduğunu fark ettim sonra ve bu durum tüm yolculuk boyunca dikkatimi çekti. Doğu kültürünün “saygı” ve “hizmet” anlayışından mı, yoksa Singapur’daki olumlu enerjiden bilmiyorum ama herkes son derece mütevazi, güleryüzlü ve yardımcı bu ülkede.

 

Havaalanından itibaren gözlerimizi açıp, hiçbir şey kaçırmamaya dikkat ederek yolculuğumuza başladık. Görmeye alışık olmadığımız iri yapraklı bitkiler, ağaçlar, son derece modern binalar, yollar bizi yol boyunca takip etti. Yolun sonunda Güney Asya’nın en büyük ve modern oteli “Marina Bay Sands” görkemli mimarisiyle karşımızdaydı. 57’şer katlı 3 gökdeleni en üstte üzerinde muhteşem bir havuz, bahçe, restaurant ve barın olduğun bir tesisin birleştirdiği bu otel hayatım boyunca karşılaştığım en etkileyici binaydı. Marina Bay Sands, devasa kongre ve alışveriş merkezi; 2000’den fazla odası, yanıbaşındaki son derece orijinal bir yapı olan “art science” müzesi ile Singapur’da turizmin merkezine oturmayı hak etmiş.
 
 
Bu heyecanlı seyahatte ilk durağımız Little India idi. Otelimizden direk olarak Bayfront metro istasyonuna geçtik. Burada dijital bir ekran üzerinden gideceğiniz istasyonu işaretleyerek bilet alabilyorsunuz, böyle bir şeyle ilk defa karşılaştığımızdan bayağı ilgimizi çekti. Fakat biz eski usul gidip gişeden metro kartlarımızı aldık yine. Dört hatlı metrodan kırmızı hatta bindik ve Dobyghot istasyonunda aktarma yaparak “Little India” ya vardık. Burası tam da bahsedildiği gibi Hindistan’ın küçük bir prototipi idi. Hint evleri, Hintlilere özgü eşyalar satan sıra sıra dükkanları, rengarenk sokak süslemeleri ve inanılmaz ağır kokularıyla Hindistan’a gelmiş kadar olduk. Sonrasında gitmek için bol bol tavsiye aldığımız “ Mustafa” adlı alışveriş merkezine gittik. Beklediğimizi bulamayarak ve baharat, hint yağı karışımı kokular arasında ilerleyerek buradaki budist tapınağını ziyaret ettik. Tapınağa girerken cami misali ayakkabılarınızı çıkarıyorsunuz. Sağlı sollu renkli tanrı heykellerinin önüne çiçekler, meyvalar, tütsüler koyuyorlar; Hintli rahipler beyaz kumaşlarına sarınmış, kutsal su sürünüyorlar. Bu mistik ortamı biraz izledikten sonra okunmuş muzlarımızı da alarak Hint tapınağına veda ettik. Yine bir türlü alışamadığımız ağır kokular arasında gezindik. Hindistan cevizi suyunun tadına baktık. Çatal kaşık yerine sadece ellerini kullanarak güzel güzel yemeklerini yiyen Hintlileri şaşkınlıkla izleyerek Little India turumuzu sonlandırdık.

Burada adeta bilimkurgu filmlerinden fırlamış devasa yapay ağaçlar yapmışlar. Bu ağaçlar güneş enerjisinden elektrik üretebiliyor ve havadaki karbon salınımını azaltabiliyorlar.

Akşam Singapur Nehri’nin kenarında rengarenk binaların sıralandığı Clarke Quay’e düştü yolumuz. Clarke Quay çeşit çeşit restaurantları, barları, cafeleri ile geceleri capcanlı ve çok keyifli bir mekan. Dört mevsim yaz olan bu memlekette her gece yaz gecesi zaten.. İnanılmaz nemli bir havası olmasına rağmen burada bunu fazla hissetmiyorsunuz, çünkü sokaklara dahi devasa klimalar koymuşlar, nemden ve sıcaktan korunmak için sokakların üstünü kapatmışlar, kısacası doğaya karşı gerekli tedbirler alınmış. Clarke Quay’de keyifle gezinirken “Crazy Elephant” adında bir rock bar çıktı karşımıza. İçeriden son derece başarılı bir müzik duyuluyordu. Amerikalı bir solist, Çinli gitarist ve baterist eşliğinde nefis bir rock müzik ziyafetiyle gecemizi sonlandırdık.
 
 
Vee tabii ki China Town…
 
Buranın Çin dışındaki en büyük Çin mahallesi olduğunu okumuştum gelmeden önce. Kısa bir metro yolculuğunun ardından China Town durağında attık kendimizi küçük Çin’in kollarına. Mimarisiyle, insanlarıyla, havasıyla burası gerçekten televizyondan, resimlerden aşina olduğum Çin’in bir modeliydi. Rengarenk fenerlerle donatılmış sokakları, şıkır şıkır dükkanları ile adeta panayır yeri gibiydi China Town. Burası Singapur’un meşhur yemeği “Chili Crab”i tatmak için son derece uygun bir mekandı ve biz de öyle yaptık. Kendimizi bir Çin lokantasına attık ve yaklaşık 10-15 sayfalık menüden Chili Crab’in yanında farklı Çin yemekleri de ısmarlayarak merakla ve endişeyle beklemeye başladık. Neyseki seçimlerimizin hepsi çok başarılıydı. Bol acılı yengecimizi, noodle’ımızı, lezzetli çin yemeklerimizi yedik ve metroya dönüş yolunda daha da orijinal(!) çin yemeklerini hayretle seyrettik. Özellikle çeşitli etlerin olduğu bir camekan çok dikkatimizi çekti, burada çeşitli hayvanların muhtelif ilginç yerlerinden (ki bazılarının domuz kulağı, köpek kuyruğu, tavuk ayağı olduğunu seçebildik) değişik bir potpori yapmışlardı. Bu orijinal china town turu aklımızda unutulmaz karelere imza atarak sonlanmış oldu.
 
 
Singapur gerçekten çok ilginç bir memleket.
 
Çin, Hindistan, Tayland, İngiltere, Amerika hepsini bir arada yaşayabiliyorsunuz bu minicik adada. Singapur’un en işlek ve modern caddesi Orchard Street bu ülkenin batı yüzünü temsil ediyor. Devasa ağaçlar, gepgeniş caddeler, adımbaşı Lois Vouttion, Gucci, Prada’nın kocaman mağazaları ile son derece lüks bir ortamla karşılaştık birdenbire. Hint ve Çin mahallesinden sonra, bu kadar kısa mesafede böyle sosyetik bir ortam hiç beklemiyordum açıkçası. Her milletten insanı görebileceğiniz bu hareketli caddede uzunca bir tur attık. Singapur’da sokakta sigara içmek, sakız çiğnemek, yerlere tükürmek kesinlikle yasak. Hatta hapis cezasına varan ciddi yaptırımları var. Dolayısıyla farklı milletlerden ve kültürlerden insanların yaşamasına rağmen her yer “bal dök yala” misali Singapur’da.
 
Vee Sentosa adası.
 
Singapur’un hemen dibinde kurulmuş bu rüya adası gerçekten görülmeye değer. Bembeyaz kumlar, palmiyeler, plajlar, eğlence tesisleri, ormanın içinden denize doğru inen teleferikler.. Gerçekle hayal arası bir ada Sentosa. Singapur’dan monoray bir trenle ulaşılan bu tropik adada koca bir gün geçirdik ve çok etkilendik. Bembeyaz kumların üstünde okyanusa bakarak Sangria’larımızı yudumlamak son derece keyifliydi.
 
Dönüş gününde tüm sıcağa ve neme rağmen otelden görünen “ Bayfront gardens” a gitmeden edemedik. Burada adeta bilimkurgu filmlerinden fırlamış devasa yapay ağaçlar yapmışlar. Bu ağaçlar güneş enerjisinden elektrik üretebiliyor ve havadaki karbon salınımını azaltabiliyorlar. Son derece etkileyici idi. Sıcağı ve nemi hiç sevmememe rağmen gördüğüm şeyler karşısında hissetmedim bile.
 
Singapur yaşadığımız ortamdan her şeyiyle farklı bir dünya, kısacık da olsa bu ada ülkesinde bu keyifli ve unutulmaz deneyimi yaşadığım için çok mutluyum.. Bakalım sonraki durak neresi olacak.
 
 
Posted : 13/05/2022 12:40 pm